Gündelik hayatın sürüp giden telaşesi içerisinde, oradan oraya savrulup duruyoruz. Geçim derdi, ailemizin geleceği, bitip tükenmek bilmeyen arzu ve isteklerimiz bizi sürekli bir mücadele içerisinde yoğurup duruyor.
İşi olmayan bir iş bulmaya çalışırken, işi olan daha fazla kazanabileceği bir iş arıyor. Evi olmayan, kiracılıktan kurtulmak ve başını sokacağı mütevazı bir ev almaya çalışırken, evi olan daha geniş, daha fazla odası olan ve daha lüks bir ev almak için yıllarını ipotek ediyor. Arabası olmayan, “dört tekerlek bana yeter, işimi görsün başka bir şey istemem” derken, arabası olan daha üst model, gösterişli ve lüks bir araba hayali kuruyor.
Kimi, kendisine yettiği halde, daha fazla kazanmak ve büyümek için gece gündüz çalışırken, kimi çalıştığı yerde biraz daha fazla para almak ve yükselmek için çevresini kırıp döküyor.
İnsanoğlu açgözlü, elinde olana şükretmeyip, sürekli daha fazla, daha fazla deyip, evini, çocuğunu, çevresini ve en önemlisi yaradılış gayesini unutarak, sırf dünya için çabalayıp duruyor.
Dünya hayatının insana en büyük zararı, insanın Rabbini unutarak hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasıdır. Dünya’nın tanımını Hazreti Mevlana şöyle yapıyor.
“Dünya, Allah’tan gafil olmaktır. Yoksa para, kumaş, aile ve evlat sahibi olmak değildir. Seni oyalayıp Hak’tan gafil kılan ne varsa, senin dünyan odur.”
Dünya hayatının geçici olduğunu unutan insan, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor. Bu düşünceden ve rüyadan insanı sadece bir gerçeklik uyandırıyor: insanın bir an dahi tehir edemeyeceği ölüm gerçeği.
Her gün sabah erken saatlerde başlayıp, akşam geç saatlere kadar devam eden dünya telaşımızın, bir gün aniden gelen ölüm ile sona ereceğini hiç düşündünüz mü?
Hadi gelin, o anı birlikte bir tefekkür edelim:
Yıllarca çalışıp, didinip zor bela aldığınız evinizde, son model ve rahat yatağınızda uyurken, her gün sabah 07.00 de uyandığınız halde, bugün garip bir şekilde yatmaya devam ediyorsunuz. Duvardaki saate baktığınızda mesai saatinin geçmiş olduğunu görüyorsunuz ama neden hala yataktasınız ve kalkamıyorsunuz bir anlam veremiyorsunuz. Kahvaltıyı dışarıda yaptığınız için eşinizin de erken kalkma alışkanlığı yok. Eşinize bakıyorsunuz uykusunun en tatlı yerinde kulaç atıyor. Bir müddet sonra eşiniz uyanıyor, duvardaki saate bir de size bakıyor. İşe geç kaldığınızı düşünerek telaşla sizi silkeliyor. Ancak durumda bir gariplik var. Siz eşinizin sesini duyuyorsunuz, sizi silkelemesini görüyorsunuz ancak uyanamıyor ve tepki veremiyorsunuz. Eşiniz biraz korku biraz telaşla sizi tekrar silkeliyor, vücudunuzu kaskatı ve buz gibi soğuk olduğunu fark edince şiddetli bir çığlık atıyor, ağlamaya ve dövünmeye başlıyor. Eşinizin sesinden evde uyuyan çocuklarınız da uyanıyor ve sizin bulunduğunuz odaya geliyorlar. Durumu gördüklerinde onlar da ağlamaya ve feryat etmeye başlıyorlar. Siz hala bu duruma bir anlam veremeseniz de, eşiniz telefon ile yakınlarınızı arıyor ve sizin öldüğünüzü haber veriyor.
Az sonra çevrenizde ne kadar sevdiğiniz varsa, kısa bir sürede evinizde ve cansız bedeniniz başında toplanıyorlar. Onları ağlarken ve üzülürken görüyorsunuz ama sesinizi duyuramıyorsunuz.
Bir an ölümün tüm gerçekliği sizi kaplıyor. Kendi kendinize sorular sormaya başlıyorsunuz.
Ama nasıl olur? Siz daha işe gidecek, çalışacak, para kazanacak, gezecek, tozacak, arabanızın modelini yükseltecek, evinize yeni eşyalar alacak, çocuklarınızı önce okutacak sonra evlendirecek, torun torba görecektiniz. Birkaç aya kadar işyerinde terfi alıp, insanlara emirler yağdıracaktınız. Hem daha evinize yeni aldığınız bazı eşyaların taksitleri bitmedi ki! Birkaç gün önce yeni aldığınız son model telefonun daha tüm özelliklerini öğrenmemiştiniz. Hem biraz daha yaşlanınca namaza filan başlayacaktınız. Ne olacak şimdi?
Siz bunları düşünürken, en yakınlarınız ve sevdikleriniz sizi gasılhaneye götürmek için camiden bir tabut getirmişlerdi bile. Sizi getirilen tabuta koyup camiye götürmek üzere evinizden çıkardılar.
Ama bu evi siz ne zorluklarla almıştınız değil mi? İçinde yalların hatıraları, sevinçler ve hüzünler yaşamıştınız. Şimdi, eşinizi, evlatlarınızı, sevdiklerinizi bu evde bırakıp gidiyorsunuz.
Yakınlarınızın sizi alıp camiye doğru giderken neden bu kadar acele ettiklerini anlamıyorsunuz. Sanki sizden bir an önce kurtulmak ister gibi davranıyorlar değil mi?
Götürüldüğünüz gasılhanede yıkanıp, kefenlenip tekrar tabuta konuldunuz. Öldüğünüzü duyan bütün tanıdıklar cenaze namazına katılmış. Hepsinin yüzünde bir hüzün var ama geçici, az sonra sizi toprağa verince, size dair birkaç hatıra yâd edip, unutacaklar. Siz az sonra ulaşacağınız yerde neyle karşılaşacağınızı merak edip korku ve telaş içerisindesiniz.
Cenaze namazınızın kalabalık olması size bir şey katmıyor. İster beş kişi, ister beş yüz kişi, isterse beş bin kişi katılsın, az sonra gideceğiniz son durağınızda, muhatap olacağınız muamelede yalnız başınıza kalacaksınız. Eğer az sonra gireceğiniz ve ebedi bir hayatın başlangıcı olan kıyamete kadar kalacak olduğunuz kabirde işinize yarayacak işler yapmadıysanız, vay halinize.
Bu hususta Üstat Necip Fazıl ne güzel söylemiş:
“Hasis sarraf kendine bir başka kese diktir
Mezarda geçer akçe ne ise onu biriktir”
Cenaze namazınızı kılan dostlarınız, sizi alıp yine acele ile mezarlığa götürdüler. Sizin için hazırlanmış, topraktan kazılmış bir kuyu etrafında toplanıp, dualar eşliğinde o derin kuyuya bırakıp, üzerinize tahta kapaklar ve onun üzerine birbirleri ile adeta yarış edercesine hızla toprakla doldurarak sizi ebedi âleme uğurladılar.
Bugüne kadar çalışıp, çabalayıp elde ettiğiniz her şey, sevdikleriniz, eşiniz, çocuklarınız ve size dair her ne varsa işte dünyada kaldı. Dünyada birçok şeye sahip olmanıza rağmen, bugüne kadar yaptıklarınız ile baş başa kaldınız burada.
Ha sahi, size dünyada yaşarken bugünü anlatan ve şu uyarıları yapan dostlarınız olmadı mı?
Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki
“ Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder. Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır; Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisi ile baki kalır.” [1]
Allah dostlarından bir zat talebeleri ile bir yere giderken, yolu kabristanın yanından geçer. Hazret talebelerine bir kabri göstererek;
– Şimdi şu kişi mezardan kalksa ve dünyaya gelse ne yapar diye sorar.
Talebeler o kimsenin sürekli namaz kılacağını, oruç tutacağını, hayır ve hasenat işleri yapacağını, hacca gidip hiçbir kötülük yapmayacağı gibi hasletleri sayıp dökmüşler.
Hazret talebelerine dönerek;
– Evlatlarım bu kişinin artık dünyaya geliş kapısı kapalı. Onun bu dünyaya gelmesi mümkün değil. Ancak sizin bu saydığınız ibadetleri yapma fırsatınız ve imkânınız var. O kişi dünyaya gelemeyecek ancak siz kabre gireceksiniz. O halde oraya hazırlık yapmak için gayret edin.
Aslında bu uyarıları her gün defalarca duyuyor ancak kendinize bir türlü yaklaştırmıyordunuz değil mi? Ama bir gün bu gerçekle yüz yüze geleceğinizi unuttunuz, hatırlatan şeylerden de uzak durdunuz değil mi?
Artık uyanma vakti.
Hayret, dehşet ve korku ile o kıymetli yatağınızdan fırlayıp kalktınız. Sağınıza solunuza şaşkınlıkla bakıp bir oh çektiniz. Çok şükür ölmemiştiniz. Duvarda asılı saate baktınız, daha erkendi, işe de geç kalmamıştınız, korkunç bir rüya görmüştünüz. Belki de uyanmanız için verilen son şanstı bu rüya.
Son bir şans için yeniden besmele çekerek, kabirde sizinle beraber kalacak işler yapmaya ne dersiniz?
Seher vaktinin o tatlı ve ılık havasını solumak için pencerenizi açtınız, yakındaki camiden sabah ezanının sesi kulaklarınıza, kalbinize ve tüm benliğinize dokunarak içinizi ısıttı. Samimi ve içten bir tövbeyle yeniden bir başlangıç için neden zaman kaybedesiniz?
Rabbim bizleri dünyanın aldatan güzellikleri ile oyalanmaktan muhafaza buyursun. Kendi rızası doğrultusunda yaşamayı ve gayret etmeyi ve bu minval üzere ölmeyi, ölüme hazırlıklı olmayı nasip eylesin.
Dipnot
[1] Buhari, Rikak 4
Cevapla