Karaya Vuran Minik Bedenler Ölmüş İnsanlığa Kabir Ziyaretidir

Karaya Vuran Minik Bedenler İnsanlığın Ölümü Değil Çoktan Ölmüş İnsanlığa Hıçkırıklı Bir Kabir Ziyaretidir

Aylan ve Galip’in minik ve cansız bedenlerinin karaya vuruşu, kalbinde zerre kadar da olsa merhamet hissi bulunan istisnasız hemen herkeste büyük bir feryada sebep oldu. ‘’insanlık öldü’’ başlıkları da atıldı. İnsanlık öleli çok olmuştu hâlbuki. Aylan ve Galip’in feci sonuna kadar, onlara bu kötü sonu hazırlamış olanlar, tarih boyu milyonlarca insanın sonunu hazırlamış kimselerdi. Bu acı sona bakıldığında Aylan ve Galip’in cansız bedenlerinin karaya vuruşu insanlığın ölümü değil, çoktan ölmüş olan insanlığa, hatırlanmış acılar ve sızlamış derin yaralarla, hıçkırıklı bir kabir ziyareti olabilir ancak.

Aylan ve Galip kardeşlerle birlikte aynı kazada 9 aylık Hasal Zekeriye, 1,5 yaşındaki ikiz kardeşler Zeynep Cafer ve Abdullah Cafer, 11 yaşındaki Haydar Zeinb Ahmet Habi ve 7 yaşındaki kardeşi Ahmet Habi ile 11 yaşındaki Tahara Cumburiy‘in de hayatını feci şekilde kaybetmiş olmaları, facianın iç yüzünün, karaya vurandan veya su yüzüne çıkandan çok daha korkunç olduğu gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır.

Mülteci sorunu, sömürgeleşme hareketleriyle birlikte ayyuka çıkmış bir insanlık dramıdır. Önce bedenleri, beden güçleri sömürülmüştür insanların. Bir yandan beden güçleri sömürülürken, beraberinde coğrafyaları da yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla sömürülüp geri bırakılmıştır. Sanayileşmeyle artık beden gücüne fazla ihtiyaç kalmaması sebebiyle gözden çıkarılan bu canların yerini neticede terk edilmiş, ilticaya zorlanmış kuşaklar almıştır.

Sebep olanlar kadar olmasa da, hepimiz sorumlu, hepimiz ortağız bu drama. Çünkü hepimiz sustuk ve seyirci kaldık… Elbette var istisnalarımız. Bu işin dertlisi olan bir avuç insan düştü ardına bu acıların, onlar tasalandılar. Ama hep birlikte kanıksadık. Kanıksamamız için gayret edenlere pek de direnmeyip hemen meylettik. Elmas madenlerinden petrole ve altın madenlerine kadar, yer altı ve yer üstüyle harika toprakları işgal edilip geri bırakılmasına seyirci kaldık geniş coğrafyaların. İnsanların köleleştirilerek iliklerinin ve kanlarının emilmesine, kalanlarınınsa mülteci haline getirilmesine öylece bakakaldık. İç ve Dış savaşlar karşısında, bu yolla tarumar edilen coğrafya ve nesillerin akıbetine karşı, dertlenmiş gibi görünerek, kendi partimizin ya da ideolojimize yön verenlerin, algımızı ve fikrimizi yönlendirenlerin durduğu yerde gösterdik seyircilikteki maharetimizi. Bizden yana asıl problem, seyircilik konusundaki bu ustalık ve tecrübemizde gizlidir işte! Bu çocuklar gibi niceleri gitti sözde uygar dünyanın gözleri önünde.

Aylan ve Galip de, kardeşleri ve ebeveyni ile bir yanda zalim bir kralın, diğer yanda insan kanı içmeye alışmış güçlerin çıkarttığı yangının içine düşmüş, ilticaya bu sebeple zorlanmış kesimdendir. Sözünü ettiğimiz ailenin, Suriye’de facianın doruğa çıktığı Kobani bölgesinde, IŞİD-YPG güçlerinin arasında kurgulanmış savaş sebebiyle Avrupa’ya ilticaya başvurdukları bildiriliyor.

Mülteci sorununa o ve ya bu şekilde sebep olanlar, sözde düşünceliymişçesine mülteci kampları oluşturup onlara sahip çıkma süsü verdiler. Kendilerini ‘Çağdaş Medeniyet’ seviyesinde tanımlayıp insanlığın ‘’zirvesi’’ olarak lanse edenler, bu kampları da yine kendilerine yakışır bir şekilde, hayat şartlarının sonuna kadar zorlandığı zulüm merkezleri olarak tasarladılar.

Konuyla ilgili pek çok şey yazıldı ve çizildi. Biz geri kalır mıyız, biz de yazdık…[1] Dramatik görüntüler medyada yer bulmadıkça kimsenin gıkı çıkmadı. Bu arz-talep dengesine bağlı olarak medya da, dramatize edebileceği çeşitlilikte, kamuoyundan talep edilen türden bir gelişme ya da toplu ölüm söz konusu olmadıkça haber yapmadı. Hepimiz kanıksadık. Alıştık, alıştırıldık ne de olsa böyle şeylere

Bu son haberlerden sonra birçoğumuz, bu haberlerin Batı’da ve bilhassa Batı medyasında nasıl bir karşılık göreceğini beklemeye koyulduk. Bu haberler, onlar tarafından ciddiye alınacak mıydı, ne şekilde haber yapacaklar, nasıl yorumlayacaklardı, bunları merak ettik. Çünkü bu sorunun müsebbibi Batı idi…

Nitekim Batı medyası bu tabloya seyirci kalmadı. Bizden farksız başlık ve değerlendirmelerle haberciliğin gereği noktasında –her ne kadar samimiyetlerine inanmasak da- bir şeyler yaptılar.[2]

Aylan ve Galip’le gündeme düşen bu dram, cihanşümul bir infiali beraberinde getirip de bu insanlık ayıbının son bulmasına vesile olur mu, bu sorunun cevabı sadedinde olumlu şeyler söyleyebilmek çok zor. Batı’nın tepkisi de pek bir şey ifade etmiyor son tahlilde. Çünkü tepki gösteren medya patronu baronlar ve konuyu dert edinen muhtelif sivil toplum kuruluşlarına yön verenlerle, gerek direkt sömürme yoluyla gerekse de dolaylı olarak, iç-dış savaş çıkartmak yoluyla mülteci problemine sebep olan sömürgeciler, birbirinden farklı insanlar değiller…


Dipnotlar:

[1] Mülteci Kazası ve İnsan Kanı İçen Çağdaşlamış Avrupa-Uygar Batı : Tıklayınız
[2] Tıklayınız


 Editör notu:  

Bunca yıldır hasbel kader ilgilenirim bu işlerle..

Ama,
Ben bu yazıya uygun görsel bulamadım..

Boy boy, afiş afiş paylaşılmasına, hangi medya burada ne kullandı diye merak edilmesine rağmen, yapanların kimisinin vicdanlara bir şeyler hissettirmek, kimisi sadece meslek icra etmek için yapmasına rağmen, ben buna uygun görsel bulamadım..

Bunu da böyle kabul edin..

Yücel Karakoç
Musellem.net yazarı, yazı işleri...