“Eskiler şahsiyet yetiştirirlerdi, biz ise, ahlak kitapları okuyucuları yetiştiriyoruz.”
Muhammed İkbal
Ümmetimden iki sınıf vardır ki onlar iyi olduklarında toplum iyi olur. Onlar fena olduklarında toplum da bozulur. Işte onlar idareciler ve öğretmenlerdir.
[Münavi, Feyzu’l-Kadir, IV, 209]
Osmanlının eğitim felsefesi: emri bi’l ma’ruf nehyi a’nil munker
Her bir talebe onlar için önem taşıyordu, çünkü onlar bir bireyin davranışının sosyal etki yapabileceğinin farkındalardı. Onlar için her koyunun kendi bacağından asılması söz konusu değildi, her koyunu güzel besliyorlardı. Besliyorlardı ki asılmaya bile gerek kalmasın. Örneğin sarayda şehzadeyi, ileri gelenlerin çoçuklarını ve memurları yetiştirmek için eğitime yerleştirdikleri bir Lala (özel mentor) sistemi vardı.
Mutlaka her bireyin eğitim görmesini sağlıyorlardı. Medreseye devam edemeyen çocukları da bir sanatçıya emanet ederlerdi ki orda sanat sahibi olsun, o ustadan ruhî talim alsın ve bu şekilde topluma faydalı bir birey olsun. Bu metod sayesinde hiçbir birey zayi olmuyordu.
Devlet adamı kadrosu, ‘Enderun’da yetişirdi.
Çoçuklara evvela fizikî ve ruhî tâlimler ve terbiyeler verilirdi. Eğitimde teori-pratik sistemi ve şahsiyet sahibi olmanın mihenk taşı “adâb-ı muaşeret” vardı. Böylece şukela (mükemmel) bireyler ortaya çıkıyordu ve bu bireyler Osmanlı devletini daha muazzam bir hale getiriyordu.
Şahsiyetin temelini attıktan sonra üzerine estetik, kültür ve anlayışı inşa ediyorlardı. Tabi beden sağlığı kaçınılmaz bir eğitimdi, ona da ayrı bir önem veriliyordu.
Disiplin temel ilkeydi; başarısızlıklar affedilmiyordu ve ölçüsüz davranışlarda bulunanlar da çıkartılıyordu, böylece zaman kaybı önleniyordu. Duruma göre ceza anlayışı da vardı. Bu vesileyle öğrenciler dayanıklı, tevazu dolu ve kudretli yetişiyordu. Ünlü tarihçi Lucette Valensi derki: “Enderun, yaman bir değerlileri seçme, beden ve kafaları yapılandırma makinesidir.” [Venedik ve Bâb-ı Âli]
Bu fevkalade eğitim sistemi dünyaya örnek olmuş , öncülük yapmıştır.
Camiler, tekkeler ve zaviyeler, kıraathaneler ve Ahî Teşkilatı; her cemiyet kendine göre bir eğitim müessesesi idi. Efendimiz (s.a.v)’İn buyurduğu üzere ecdadımız eğitimi beşikten mezara kadar toplumun her bölümüne sindirmişti.
Kaf dağı’nın ardına mı attık?
Böyle bir eğitim sistemi artık beynimizde Kaf Dağı’nın ardında bir yerde sanki. İnsanımız mütemadiyen atasıyla övünüyor ancak buna layık bir nesil olmadığını da kendisi de çok iyi biliyor. Her gün ecdaddan biraz daha uzaklaşmanın azabını yaşıyor (şayet yaşıyorsa). Günümüz ‘hayat şartları’ insanımızın ruhunu öylesine yozlaştırdı ki insanımız ruhi açıdan bir hezimet ve bir manevi kayıp içinde olduğunu dahi farkında değil. Televizyon programları, şarkılar, internet ve çeşitli haramların insanımızın üzerine bir tsunami gibi gelmesi insanımızı Osmanlı ruhundan fersah fersah uzaklaştırıp bu ruhun dirilmesine büyük engel teşkil etmektedir. Bu haramlardan uzak kalmanın tek yolu Enderun mektebleri misali okullarda öğretim görmüş talebeler yetiştirmektir; onlar öyle bir güçlü iradeye sahip olacaklar ki Yusuf misali Züleyhalara sırtını dönecek ve kendini ilme, irfana ve dine adayacak.
Toplum olarak kurtuluşu arıyorsak yukarıda saydığımız vasıfta insan yetiştirmekten başkada çaremiz yok nitekim Yaradan (Şems 9/10) şöyle buyuruyor: “Nefsini tertemiz yapıp arındıran felâh bulmuş kurtulmuştur. Onu kirletip örten kişi ise ziyana uğramıştır.” Gelmiş geçmiş bütün peygamberler, evliyalar, ermişler, (gerçek) filozoflar ve büyük düşünürler hep bunu anlatmaya çalışmış ve bu merkezde bir sosyal hayat kurma hayalinde olmuşlardır.
Üniversiteler zararlı atık yapan fabrikalara dönüşmüş öğretmenlik artık bilgi aktarma makinesi haline gelmiş
Üniversitelerimiz bilgi aktarma ve hafızaya dayalı bir öğretim sistemine dönüşmüş. Daha da acısı öğrenciler edep ve ruhi derinlikten yoksun bir birey olarak yetiştiriliyor, gönülde en çokta riyakarlık ve gösteriş hasıl oluyor; ‘gıpta edileyim’, ‘gözde olayım’, ‘ben üstünüm’, ‘ben marka giyinirim’ diyerek başka insanları da küçük görmeye başlıyor ve böylelikle öğrencilerimizi enaniyet ve dünyalaşma kaplıyor.
Ne diyordu bir zamanlar kadı olan Derviş Yûnus; “İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır…Okudum bildim deme,
Çok taat kıldım deme,
Eğer Hak bilmez isen,
Abes yere gelmektir…”.
Sözde bizim üniversitelerimiz artık herşeyi bilen bir öğrenci eğitiyor, halbuki öğrenciler kendisini tanımaktan bile aciz. Hepsi bir yana üniversitelerden artık anarşistler çıkıyor, üniversiteler içinde dahi çatışmalar oluyor. Eğitim tarlasında bilgi ekinlerinin sevgi ile sulanması gerekirken biz, göz göre göre kin ve nefretle suluyoruz. İdeolojik kitaplar nefret dolu, öğretmenler merhametten mahrum, aileler dengeli sevgiden mahrum ve bunun sonucunda tarlamızda haliyle başak yerine diken bitiyor.
Muhammed İkbal haklı idi: “Mektep talebesi görünüşte diri gibidir ama hakikatte ölüdür. Benliğini Frenkten eğriti almıştır.”
Bir altın çağı açmak imkansız gözükmesin
Liderleri suçlamayalım, halk istedikçe çoğu şey münkün… Uyanalım ve hareket geçelim! Başımızı iki avucumuzun arasına alıp önyargısız düşünelim. Her zümre, fırka, her değişik fikir sahipleri bunun için kafa yormalı… Anaokulundan itibaren tüm eğitim sistemini değiştirmeliyiz! Özellikle temel olarak şunların değişmesi gerektiği kanaatindeyim:
‘Öğretim gayesi’ değişmeli;
Gaye erdemli gençlik yetiştirerek ülkeye parlak bir gelecek kazandırma olmalı. Nefis terbiyesi üzerine inşa edilmeli, bu sadece İslam’ın görüşü değildir, dünyanın görüşüdür, her dinde veya felsefede bunu görebilirsiniz. Nefsimizi öldürelim demiyorum, onu aklımızın ve ruhumuzun emrinde tutalım diyorum. Kendini sorgulayan ve devamlı kendilerini muhasebe altından tutmasını bilen bir nesil yetiştirme hedefimiz olmalı.
Özellikle öğretmenler özenle yetiştirilmeli;
Öğretmen gelecek nesli yetiştiren, önünü ve ufukunu açandır. İhtiyacımız olan Enderun mektebi timsali, kendisini eğitime/talebesine adamış fedakar öğretmenlerdir. Bu öğretmenlerin yetiştirdiği öğrenciler edepli, mütevazi ve özgüven dolu olarak mezun olmalı okullarından. Öğrenciye dünyayı degiştirebileceği inancını vermeli; onların her birinin bir Gazzali, bir İbn Rüşd veya bir Yunus Emre, bir Rabia binti Adeviye, bir Hasan Basri veya bir İbn Haldun, bir İbn Heysem, bir Meryem Al-İcliya, bir Fatıma Al-Fihri veya bir Muhammed İkbal olabileceği düşüncesi bu öğretmenler tarafından yerleştirilmeli.
Kişisel gelişim uzmanları, İslami mütefekkirler ve diğer entelektüeller her ne kadar kendi çaplarında bir şeyler yapmaya çalışıyorlarsa da, bu birikimlerimiz bir olup bir mektepte ders vermedikçe ortaya bir cevher çıkar mı bilmiyorum.
Kitaplar değişmeli;
Direkt ve indirekt ideolojik ve din ve kültürümüze uymayan ithal kitaplar derhal değiştirilmeli. Şu da dikkat çekici; sanki kitaplar artık insanlar tarafından değil de robotlar tarafında yazılmış, yani hissiz ve duygusuz. Bu kitaplar sanki insanlara faydası dokunsun ve şahsiyetli bir nesil yetişsin için değil de, materyalist ve dünya-perest bir nesil yetiştirme edası içinde yazılmış.
Karma sistem bitmeli;
Karma eğitimin öğrencilerin verimliliğini yüzde yirmi beş düşürdüğünü bilimsel araştırmalar kanıtlamıştır ve dahi zararı ispatlanmış olmasına rağmen bu sistemin yürürlükte olmasının anlaşılması mümkün değil. İlerlemek istiyorsak, bir altın çağ daha açmak istiyorsak bu sistem acil kaldırılmalı. Yani bunun dinle alakası olduğu kadar bilimsel verilerle de getirisi ispatlanmıştır. Örneğin İngiltere’nin en kaliteli okulları karma eğitimi olmayan okullarıdır.
Ve en önemlisi öğrenci farklı fikirlere açık olmalı;
Bugün ki gençlerimiz kulaklarını tıkayarak birbirleriyle tartışıyorlar. Gençlerin düşünce tarzı objektif olmalı. Görüşleri tek taraflı ele almamalı, başka görüşten insanlarla oturup kalkabilmeli ve anlaşabilmeli hatta yeri geldiğinde empati yapıp karşı görüşü anlayabilmeli. Eğitim sistemi bu şekilde dizayn edilmeli. Örneğin yetişmiş olduğum Hollanda’da insanlar ortak noktayı buluncaya kadar seviyeli bir şekilde tartışıyorlar, niçin bizde olmasın.
Bugünün işini yarına bırakmayalım, zira yarına bırakılan hiçbir iş yerine getirilmediği gibi “yarıncılar” da ziyanda
Şuan mevcut sisteme karşı durmamız gerektiğini kavrayalım artık, büyük değişiklere açık olalım, aksi halde eğitimsiz ve geleceği umutsuz bir topluma dönüşeceğiz.
Burada Türkiye dışında yaşanmayan başka ülkelerde görülmeyen vahşetleri anlatmak isterdim ama uzatmak istemediğimden hemen şunu belirtmek istiyorum; Farabi’nin devlet anlayışında şunlar vardır ‘erdemli toplum’, ‘değişmiş toplum’ ‘cahil toplum’ Sizce biz hangisiyiz? Hangi toplumdan olmak istiyoruz?
Asıl ihtiyacımız olan duble yollar, köprüler, metrolardan ziyade eğitim sistemimizin köklü bir değişimden geçmesi. Böylece bir altın nesil yetiştirmede ilk adımı atmış oluruz. Gençleri yetiştir ki bu icraatlar senden sonra da devam etsin. Hamza Tzortzis bir seminerinde şöyle demişti: “İyi bir lider olmak yeterli değil, iyi takipçiler bırakmak önemli.”
Bu konu acil masaya yatırılmalı!
Şayet bugün bu konuyu önemli görüp masaya yatırıp çareler üretmezsek ve yenilikler ortaya koymazsak yarın mutlaka bunun bedelini öderiz. Gençlik olduğu yerde kalmayı sevmez, gençlik değişime açıktır ve hatta değişimi ister. Bu değişimi ya kontrollü yapar ve bundan istifade edersiniz ya da bu sizin kontrolünüz dışında olur. Tercih sizin…
Eğer değişmesini istediklerimizi önemsemez ve olduğu gibi bırakırsak bu istekler birer ütopya olarak kalır ANCAK değişmesi için gayret gösterirsek sadece ütopya olarak kalmaz, yarınlarımız olur.
-Mefham-
Cevapla