İndirilen Dine Sefer İddiasının Aldatılarak ve Kandırılarak Yaya Bırakılmış Bîçare Yolcuları
Şüphe izhar ediyorlar; ‘’iki din var, birisi indirilmiş, diğeri ise uydurulmuş din’’ diyorlar. Asırlar sonra gelip de, ‘’Kur’ân’ın hitabı herkesten evvel bizeydi. O Kur’ân ki, bizi direkt muhatap aldı, kıyamete kadar gelecek olanlara bizim üzerimizden hitap etti. O kitap ki, bizim evlerimizde, çadırlarımızda, meclislerimizde indi. Vahyi, Peygamberin huzurunda biz hıfzettik, yazıya da bizzat ellerimizle geçirdik. İndirilen vahyi biz kıraat-tilâvet eyleyip, biz öğrettik, sonraki nesillere de biz taşıdık’’ diyenlerin anlayıp anlattığı dine: ‘’uydurulmuş din’’, bin dört yüz küsur sene sonra, birtakım Batılıların, geçmiş olduğu keler deliğinden geçmek suretiyle, onların izini sürüp, onların zaviyesinden algılayıp anladıkları dine ise: ‘’indirilmiş din’’ diyorlar.
Aslında şu iddialarıyla; bu dini, bu kelâmı, evlerine, meclislerine, çadırlarına inmiş bulunanlardan, vahyin birinci dereceden, direkt muhatap aldıklarından daha iyi, daha doğru algılayıp anladıklarını hatta zımnen, mezkûr zümrenin yahut talebelerinin bu dinî bozup tahrip ettiğini ve asırlar sonra aslı ortaya çıkarılıncaya dek, örtbas ettiklerini savunmuş oluyorlar.
Söz konusu iddianın sahipleri, kitaplarının ilâhî kaynaklı olmadığının farkındalığıyla, kitaplarını ve dinî verilerini ahir zamanda ortaya konulmuş, tarihi tetkik ve tenkit metodolojisiyle kritiğe tabi tutan kelerlerin girdiği delikten, onların ardı sıra girerek ve onları takliden, akideden fıkha, ahlaktan takvaya kadar tahrif ve tahrip etmedik bir şey bırakmıyorlar. Onlar, yaptıklarıyla ayrıca, lokalize bir faaliyet üzere de kalmayarak, iddialarını akademilerde işlemek, sempozyum ve konferanslarda hakeza televizyon-radyo-internet programlarında savunmak suretiyle propagandaya kendi elleriyle bizzat dökmüş, bir misyon, -bâtıl da olsa- bir davaya böylece dönüştürmüş oluyorlar.
Bunu yapmakla o muannid ve müddeîler, her şeyden evvel, kitabıyla, sünnetiyle, amelî-naklî tevatürüyle, ellerinde bulunan verinin mahfuziyetini, Kur’ân’ı muhafaza edip de sonraki nesillere taşımış olan hafızanın güvenilirliğini ve korunmuşluğunu, peşinden gitmiş oldukları kesimin formüle edilip kurgulanmış din yapısıyla aynı kategoriye aşağılayarak, o zihniyet atalarının heva ve heveslerine, plan ve projelerine pervasızca kurban etmekle, eşi ve benzeri görülmemiş bir nankörlük ve hainliğin içerisine yuvarlanmış bulunuyorlar.
Bir İndirilmiş Din var, bir de Uydurulmuş Din diyerek, uydurulmuş dinin semtinden, indirilmiş dinin kentine yolculuk iddiasında bulunanlardan, lokomotife binmiş öncülere söylenebilecek pek bir şey yok. Zira onların neye hizmet ettikleri ve bid’atlerinin, küfürlerinin farkında olarak, maksatlı bir şekilde aldatma ve saptırma işine giriştiklerinde hiç şüphe yoktur. Bu yangından kurtarılması gerekenler, lokomotifle hızını ve yükünü almış bu öncülerin peşine takılmış, onların ardında kandırılarak yaya bırakılmış kimselerdir.
Aldatılarak ve saptırılarak yaya bırakılmış olan bu zevâtın ekserisi, muhtelif meslek dallarından olup, İslâmî İlimlere gerektiği kadar emek ve mesai ayırma gibi bir imkânı bulamamış yahut da –bu batıllara kapılış sürecine göre- yakın zamana kadar böyle bir şeyi dert edinmemiş kimselerden oluşmaktadır. Bu kesim, söz konusu zümrenin savunularını sunduğu söylem ve sloganların cazibesine ve ortaya, el çabukluğuyla sermiş oldukları kolaylığa bağlı anlayış ve hafif yaşantıya duydukları sempatiyle bu girdaba sürüklenmişlerdir.
Hasbelkader ilimle iştigal etmiş olup da bunların peşine takılmış olanlarsa, ya zaman zaman bazı müşkillerin hallinde aciz kalıp işin içinden sıyrılamayınca kolayına kaçmayı tercih ederek bunlara meyletmiş olanlardır ya da bazı yanlış anlamalar veya kızgınlık-tepki sebebiyle, ‘’haddini aşan her şey, zıddına döner’’ sözü mucibince yakalarını bunlara kaptırmış olan kimselerdir.
Ahir zamanın azgın saptırıcısı bu güruhun ağına düşmüş bîçarelere ve nasipsizlere tavsiyemiz, evvela cehaletlerini kabul etmeleri, ondan sonra halisane bir niyetle Allah Teala’ya yönelerek hakikati bulmayı dilemeleri ve daha sonra, şüpheye düşmüş oldukları meselelerin tahlili için lazım gelecek emek ve zamanı esirgemeden ve dahi mantık ve usul ölçülerini elden asla bırakmadan sabır ve sükunetle, bu ölçüleri titizlikle muhafaza ederek usul zemininde hareket etmeleridir.
İnsanların ebediyetine kasteden bu problemin kaynağı olanlara bir çift kelam ederek neticelendirmek gerekirse…
Aldatılan ve saptırılan şahıslar hatta zümreler ortadadır. Tahrifat ve buna bağlı tahribatın, yıkımın da boyutları ortadadır. Bu dine, bu adamların ettiğini, tarihte kayda geçmiş olan hiçbir münafık zümresi etmiş/edebilmiş değildir. Bunlar, hepimizin bildiği münafık tanımının kapsamına girmiyor iseler, münafık kimdir, nedir-necidir, ne iş yapar-ne eder, ne yer-ne içer, sahiden de son derece merak edilesi bir durumdur.
Saygın yazınızı okudum. Şunu baştan koyalım. Bu adamlar diye kastettiğiniz ve arkasına takılmış vagonlar olarak küçümsediğiniz kişiler belki de doğru bir şeyler söylüyor olamazlar mı? Ayrıca yine en basit şekilde cehaletle suçladığınız ve geçmiş zamanlarında dini konularda eksik kalmış diyerek bir yaftalamaya giriştiğiniz kişileri tekrar araştırmanızı uygun görüyorum. İmam-ı Azam vaktiyle bazı hakikatleri ortaya koyduğunda toplumun ve zamanın önde gelen din adamlarının ekserisini karşısına aldığını hepimizde malumdur sanırım.
Şahsen bahsettiğiniz kişilerin içinde hatalar yapanların olduğunun farkındayız ve onlar görüşlere açık kimseler oldukları için onlarla iletişime geçip şu şu konularda şu şu hatalı ifadeleri kullanıyorsunuz diyebiliyoruz ve onlardan dönüş alabiliyoruz. Ama sizin Ehl-i Sünnet dediğiniz kişilerde aynı olgu ve durum ortaya çıkmıyor.
İslam tarihi okumuş olsaydınız zaten bahsettiğiniz kişilerin -hataları olsa dahi- birçok konuda haklı olduğunu görecektiniz. Şöyle ki: Hz. Muhammed SAV vahiyden başka hiçbir sözün yazılmamasını istiyor. Hz Ebu Bekr ölümüne yakın kızı Hz. Aişe’yi çağırıp Kur’an dışındaki her şeyi toplayıp yakmasını istiyor. Hz. Ömer rivayette bulunanların cezalandırılacağını söylüyor. Şimdi Ahmet Mahmut Ünlü diye bir adam çıkıyor nerede kıyıda köşede kalmış hadis varsa nerede bir “alim” sözü varsa onu bize din diye anlatıyor. Cenneti tapulamışçasına Ehl-i Sünnetten başkasının cennete giremeyeceğini söylüyor hatta Nakşibendi tarikatının Halidi kolundansan soru bile sorulmayacak diyebiliyor.
Bahsettiğiniz adamların içinde özellikle Mehmet OKUYAN hocayı ayrı tutmak isterim. Okuyan hoca İslamoğlu’nun ve Bayındır’ın biraz daha dışında kalıyor. Envaru’l Kur’an derslerini internette bulup dinlemenizi tavsiye ederim.
Bir de batının sisteminden geçtiğini söylüyorsunuz ya ben işte oradan sonra bir şey diyemedim size. Bunun da bir tarihi var. Buna tarihte medreselilerde tekkelilerin kavgası deniyor. Ki ben şahsen medreselelileri tercih ederim. Çünkü onlar Allah kelamını açıklarken göğe çıkıp evrenin dünya ettrafında döndüğünü söyleyen İbn-ül Arabi’ye değil doğrudan doğru Allah’ın kitabının doğruluğunu ve inceliklerini anlamamıza katkı sağlayan bilime işaret ediyorlar. Okuyan hoca Allah yolunda olan hiç kimseyi ithamda bulunmaz aksine der ki biz bazı şeyleri eksik söylemiş olabiliriz ve bundan da Allah’a sığınırız bu yüzden benim anlattıklarımla yetinmeyin gidin aynı konuları başkasından da dinleyin der.
Cahil gibi vagon gibi kelimeler hiç yakışı kalır kelimeler değildir. Çünkü kimin ilmi kimden üstündür buna ancak Allah karar verir. Biz her şeyi ama her şeyi ondan isteriz.
Saygı ve sevgilerimle. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
İslamın / Kuran’ın hiçbir hükmünün; siyasi, ekonomik, kamusal, hukuki hayatta geçerli olmadığı geçerli, kılmak için hiç bir mücadelenin yürütülmediği bir dünyada siz hangi mezhebin, indirilmiş/uydurulmuş dinin kavgasını sürdürüyorsunuz ?
Bundan daha saçma, ilkel bir şey olabilir mi? İslamın kavgasını vermiyorsunuz, mezhep, indirilmiş/uydurulmuş dinin kavgasını veriyorsunuz. İslamın bütününe ilişkin hiçbir çabanız yok parçaları üzerine yoğunlaşıyorsunuz.